|
|
|
|
|
 |
|
 |
Yunt dağı, Türkiye ve dünya için örnek olacak
Manisa ile İzmir arasında bulunan Yunt Dağı, “dağ ekosistemlerinin bozulmadan tarihi, kültürel ve doğal değerleriyle birlikte korunması” anlamına gelen “Sürdürülebilir Dağ Yönetimi” konusunda Türkiye ve dünya için bir model olacak.
BM'nin 2002 yılını “Uluslararası Dağlar Yılı” ilan etmesinin ardından, Türkiye'de dağ yönetimi konusunda çeşitli toplantıların düzenlenmesiyle birlikte 2003 yılında temelleri atılan Yunt Dağı projesi, BM Gıda ve Tarım Örgütü'nden (FAO) aldığı teknik ve mali destekle, Türkiye ve dünya için örnek bir sürdürülebilir dağ yönetimi modeli oluşturmayı hedefliyor.
FAO'dan alınan destekle birlikte, Yunt Dağı'nın Manisa ilinin sınırları içinde kalan köylerinde bitki çeşitliliğinin ve su kaynaklarının korunması, köy halkının geçim kaynaklarının çeşitlendirilmesi, altyapının tamamlanması başta olmak üzere, çeşitli projeler için bugüne kadar harcanan miktarın 16 milyon YTL'ye ulaştığı belirtiliyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı APK uzmanı Mevlüt Düzgün, BM'nin 1992 yılında Rio Konferansında kabul ettiği 21 yeni başlık arasında sürdürülebilir dağ yönetimi kavramının da bulunduğunu hatırlatarak, birçok bitki ve hayvan türünün barındığı ormanların ve özellikle de su rezervlerinin büyük bölümünün dağlarda bulunması nedeniyle, bu bölgelerdeki kaynakların korunmasının, bilinçli tüketilmesinin önem taşıdığını kaydetti.
63 YERLEŞİM BİRİMİNİ KAPSIYOR
Projenin koordinatörlüğünü fikir aşamasından bu yana yürüten Yunt Dağı Kırsal Kalkınma Projesi Koordinatörü Vali Yardımcısı Kadri Canan ise, projenin Yunt Dağı'nın kuzeyinde yer alan ve Manisa ilinin sınırları içinde kalan 63 yerleşim merkezini kapsadığını belirtti.
Canan, 2003 yılında şekillenen ve 2004 yılında uygulamaya başlayan bu çok ayaklı ve çok amaçlı projenin hayata geçirilmesinde, dönemin TBMM Başkanı, AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın büyük katkısı olduğunu belirterek, merkezi idare, çeşitli bakanlıklar, il özel idaresi ve vatandaşlardan sağlanan kaynaklarla, Yunt Dağı'nın kalkınmasına yaklaşık 16 milyon YTL harcandığını kaydetti.
Canan, çok sayıda ve iç içe geçmiş projeler ağından oluşan Yunt Dağı projesinin, bölge halkının refahının geliştirilmesi ve kaynakların sürdürülebilir kullanımının BM'nin öngördüğü şekilde sağlanması bakımından sadece Türkiye için değil, dünya için örnek olacağını söyledi.
FAO YETKİLİLERİNDEN DESTEK
Projeyi yerinde incelemek üzere Manisa'ya gelen FAO Uluslararası Danışmanı Crzysztof Komornicki ise çok boyutlu projenin temel amacının, dağ köylerinde yaşayan insanların burada kendilerini mutlu hissetmelerini sağlamak, sosyal alışkanlıklardan yemek çeşitliliğine kadar kültürlerini korumalarına ve dağdaki doğal yaşamın dengeli biçimde sürmesine katkıda bulunmak olduğunu kaydetti.
Gezdiği alanlardaki bitki ve meyve çeşitliliğinden ve insanların sıcaklığından çok etkilendiğini belirten Komornicki, farklı kurumların meydana getirdiği bu ortak çabanın çok başarılı sonuçlar getireceğine inandığını söyledi.
Ülkesi Polonya'da da FAO tarafından desteklenen benzer projelere danışmanlık yaptığını anlatan Komornicki, “Oradaki dağlarda yaşayan kişilerle, burada yaşayanlar arasında, yaşamlarının zorluğu ve tek düzeliği açısından bir fark yok. Bu insanlara, kendi topraklarında yaşamaları için ekonomik ve sosyal açıdan nedenler yaratacaksınız ki, buralardan göçü önleyebilesiniz” diye konuştu.
“BÜTÜNLÜKÇÜ YAKLAŞIM ÖNEMLİ”
Çevre ve Orman Bakanlığından proje görevlisi Aynur Güneş de, dağ bölgelerinde bundan önce tarım ya da ormancılık gibi alanlarda çeşitli küçük projelerin üretildiğini, ancak bu projelerin tek bir bakış açısıyla hazırlanması nedeniyle bir alanı geliştirirken, diğer alanlara zarar verebildiğini kaydetti ve “sürdürülebilir ve bütünlükçü” yaklaşıma dayalı bir model oluşturulmasının Yunt Dağı ile başladığını kaydetti.
Güneş, dağ köylerinde yaşayanların yaşam standartlarını ve gelir kaynaklarını çeşitlendirirken, ülkenin, hatta dünyanın zenginliklerini barındıran doğal kaynakların zarar görmemesini de göz önünde bulunduracak entegre yaklaşımın oluşturulduğunu belirterek, FAO'nun da Yunt Dağı projesine teknik ve mali desteğinin süreceğini söyledi.
PROJE
Yunt Dağı Sürdürülebilir Dağ Yönetimi Projesi, merkezi idarenin, Manisa İl Özel İdaresinin, ildeki ekonomi kuruluşlarının, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, DPT'nin, Orman İşleri Müdürlüğü'nün, DSİ'nin aralarında bulunduğu çok sayıda kurum ve kuruluşun, koordinasyon içinde birbirini destekler nitelikteki çok sayıda küçük çaplı projesinin birleşmesinden oluşuyor.
Çevre ve Orman Bakanlığının, bölgedeki hayvancılık ve halıcılık kooperatiflerini destekleyen projesine, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yayla bağcılığının geliştirilmesi ve farklı üzüm türlerinin yetiştirilmesini öngören bir başka projeyle destek verilmesi, bunun bir örneğini oluşturuyor.
Bu projeler hayata geçirilirken, DSİ de derin kuyu sondajları ve göletler oluşturarak, doğal ortama zarar vermeden sulama altyapısını sağlıyor, Orman İşleri Müdürlüğü de ormanlık alanların rehabilitasyonu üzerinde çalışıyor.
Projelerde mümkün olduğu ölçüde güneş enerjisi gibi “temiz enerjiler” kullanılmasına dikkat ediliyor.
Emekçi aç ama 'ekonomi tıkırında'
Milli gelir hesaplarındaki güncelleme konusunda bir bilgilendirme toplantısı yapan 3 bakan, güncellemenin ardından uluslararası sermayenin Türkiye'ye "farklı gözle bakacağını" söyledi. Toplantıda gelir dağılımı, yoksulluk ve işsizlik gibi konular ise gündemde değildi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, düzenledikleri ortak basın toplantısında, Türkiye’nin milli gelir hesaplarındaki güncellemeye dair değerlendirmelerde bulundular.
Türkiye’nin milli gelirinin nasıl yalnızca hesapların güncellemesi sayesinde yüzde 30’dan fazla artarak, 400 milyar dolardan 526 milyar dolara yükseldiğini anlatan bakanlar, uzun uzun bu durumun uluslararası sermayenin gözünde Türkiye’yi nasıl cazip hale getireceğini dile getirdiler. Toplantının gündeminde yoksulluk, işsizlik ve gelir dağılımı gibi konulara ise değinilmedi.
Şimşek: Ne dış borç sorun ne enflasyon
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, toplantıda yaptığı değerlendirmelerde, Türkiye’nin borç ve enflasyon sorununun geride kaldığını savundu.
Kamu borcunun 2001 ve 2007 yılları arasında yarattığı kırılganlık etkisini karşılaştıran Şimşek; YTL’nin değerinde, faiz oranında, büyüme rakamlarında ve bütçe performansında yaşanacak olumlu ve olumsuz değişimlerin, kamu borcunu nasıl etkileyeceğine dair hesaplamaları basın mensuplarıyla paylaştı.
Bakan Şimşek’in yaptığı karşılaştırmalarda baz yılı olarak AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılını değil kriz yılı olan 2001 yılını kullanıyor olması dikkat çekti. Ayrıca Şimşek, borç stoku konusundaki değerlendirmelerinde özel sektör borcunun nasıl bir seyir izlediği ve bir dış şok durumunda özel sektörde nasıl bir sarsıntı yaşanacağına değinmedi.
Enflasyon konusunda da herşeyin yolunda olduğunu iddia eden Şimşek, enflasyonun son aylarda giderek yükseliyor olmasını gıda, enerji ve tütün fiyatlarına başladı. Türkiye’nin “son derece başarılı bir dezenflasyonist programı devam ettirdiğini” söyleyen Şimşek, para politikasının gıda fiyatlarındaki yükselme karşısında işe yaramayacağını ifade ederek; işlenmiş gıda ürünlerinin sepetten çıkartılması halinde enflasyonun yüzde 6’dan yüzde 4’e iniyor olduğunu söyledi. Emekçilerin aylık bütçesinin yaklaşık yarısını oluşturan gıda harcamalarını herhangi bir kalem olarak ele alan Şimşek, böylelikle AKP hükümetinin emekçilerin hayat pahalılığı karşısında yalnızca çaresiz değil aynı zamanda umursamaz olduğunu da göstermiş oldu.
Unakıtan: Herkesin bakışı değişecek
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ana gündemi ise milli gelir hesaplarındaki güncellemenin Türkiye’nin uluslararası sermayenin gözündeki yerini nasıl değiştireceğiydi.
Güncelleme çalışmalarını “Yani oturduk biz işte yeni bir hesaplama yaptık. Efendim durum budur. Ama bu, Türkiye’nin her şeyini değiştiriyor” sözleriyle değerlendiren Unakıtan, “Türkiye’ye dışarıdan bakan finans çevreleri dahil olmak üzere bütün dünya kamuoyunun Türkiye’yi bundan sonra daha farklı değerlendirmek mecburiyetinde” olduğunu iddia etti.
Unakıtan ayrıca, yeni hesaplamayla birlikte 2006 yılı için bütçenin GSYH’ya oranının yüzde 30,1’den yüzde 22,9’a, vergi gelirlerinin GSYH’ye oranının ise yüzde 23,9’dan yüzde 18,1’e indiğini ifade ederek; kıvançla devletin aslında göründüğünden daha küçük, “vergi yükü”nün ise eleştirilenden daha düşük bir düzeyde olduğunu söyledi.
Unakıtan konuşmasının son bölümünde ise “ne kadar zengin olursak olalım, GSYH ne kadar artarsa artsın, mali disiplinden ayrılmamız söz konusu değil” sözleriyle devletin emekçilerin değil sermayenin devleti olduğunu bir kez daha gösterdi. Konuşmasını “Yapısal reformlar devam edecek, mali disiplin devam edecek, özelleştirmeler devam edecek” sözleriyle bağlayan Unakıtan, AKP iktidarının emekçiye saldırmaktan vaz geçmeyeceğinin bir kez daha altını çizmiş oldu.
Ekren: Borçların sürdürülebilirliğinin önemi kalmadı
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren de, ulusal hesaplardaki güncellemeyle gayri safi yurtiçi hasılanın artmasıyla, uluslararası yatırımcıların, artık Türkiye’ye farklı bakmaya başlayacağını söyledi.
Yeni rakamların AB’nin Maastricht kriterlerinin tamamını karşıladığını söyleyen Ekren, “Borçların sürdürülebilirliğinin önemi kalmamıştır, yani bu sorun aşılmıştır” dedi. Ekren artık toplam borç ödemelerine odaklanılması gerektiğini belirtti. Ekren ayrıca güncellemeyle birlikte cari açığın da düştüğünü söyledi ve yeni dönemde bu güncellemeyle birlikte uluslararası kuruluşların Türkiye’nin kredi notunu artırmasının mümkün olduğunu sözlerine ekledi.
Ekren ayrıca, “milli gelirin güncellemesinin gelir dağılımındaki herhangi bir değişimi ya da gelişmeyi ifade etmediğini” söyledi.
El çabukluğu marifet
AKP’nin her sorunu bir kalemde ortadan kaldıran, kaldırmasa da azaltan “güncelleme” operasyonunun Türkiye’yi daha “cazip” hale getirip getirmeyeceği zamanla ortaya çıkacak; Ancak bu konuda ilk açıklamayı yapan uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s Başkan Yardımcısı Kristin Lindow, milli gelir revizyonunun kredi notunu değiştirmeyeceğini söylemişti. Lindow ayrıca Unakıtan’ın aksine vergi gelirlerinin güncelleme ile birlikte düşmesinin, yalnızca vergi kaçağının boyutunu ortaya çıkartıyor olduğunu ifade etmişti.
Diğer yandan, bir güncellemeyle GSYH’si yüzde 31 büyüyen Türkiye’nin kişi başı GSYH’si daha da büyüyecek, zira TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne geçmesiyle birlikte Türkiye nüfusunda da yaklaşık üç milyonluk bir “azalma” oldu.
Çifte havale masrafına red...
Antalya Tüketici Mahkemesi, bir bankanın “Havale edilen para aynı gün çekilirse, binde 3 masraf ücreti alınır” uygulamasını haksız bulan Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararının iptali amacıyla açılan davayı reddetti. Antalya Tüketici Mahkemesi, bir banka aracılığıyla kendisine gönderilen 13 bin YTL’yi aynı gün çekmek istediği için 39 YTL ek ücret alınan Avukat Yunus Günal’ın başvurusu sonucu, paranın Günal’a iadesine karar veren Antalya Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nin kararını haklı buldu. Mahkeme, kararın iptali istemiyle bankanın avukatları tarafından açılan davayı reddetti.
Bilirkişi tarafından mahkemeye sunulan raporda ise 9 Şubat 2007’de bankanın Şişli şubesinden 13 bin YTL havale gönderildiği, havale masrafının ise gönderici tarafından ödendiği, dolayısıyla aynı işlem için iki defa ücret alınmasının “işlemin tekliği karşısında mükerrerlik” olduğu gerekçesiyle Antalya Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı’nın verdiği kararın yasalara uygun olduğu ifadelerine yer verildi.
Antalya Tüketici Mahkemesi de, bankanın, kararın iptali için yaptığı başvuruyu reddederek banka tarafından alınan 39 YTL’nin müşteriye iadesine karar verdi. Geçen yıl bir bankanın Şişli şubesinden havale ile gönderilen paranın çekimi sırasında, banka şubesi tarafından para aynı gün çekildi gerekçesiyle binde üç komisyon alınmış, Avukat Yunus Günal’ın başvurusu üzerine Tüketici Sorunları Hakem Heyeti 39 YTL’nin geri ödenmesine karar vermişti.
Zenginlere özel sağlık sigortası
Özel sağlık sigortasının uygulandığı ülkelerde yoksullar sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor
Türkiye’de sağlık ve sigorta sistemi adım adım özelleştirilmek isteniyor. Bu uygulamaya geçen ülkelerde ise sistemin acısını yoksullar çekiyor. Zenginler daha fazla para ayırarak sağlık hizmetleri alırken, yoksullar hastanenin yakınından bile geçemiyor.
Ankara Tabip Odası’nın (ATO) düzenlediği 8’inci Nevzat Eren Halk Sağlığı Sempozyumu’nda, dünyadaki sağlık sistemleri masaya yatırıldı. Özellikle ABD örneği çarpıcıydı. Çünkü Türkiye’nin benzetilmeye çalışıldığı ABD’de zenginlerin sağlığa aşırı para harcadığı, ancak yoksulların sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı vurgulandı.
ABD’deki özel sigorta finansmanlı sağlık sistemini anlatan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cem Terzi, ABD’nin kişi başına düşen sağlık harcamasının en yüksek olduğu ülke olmasına rağmen, gelişmiş ülkeler içinde sağlık yönünden en geri ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekti.
İsveç vazgeçti
Özel sigorta finansmanlı sistemin sadece ABD, Şili, Uruguay’da uygulandığını söyleyen Terzi, İsveç’in ise bu sistemi kısa bir süreliğine deneyip vazgeçtiğini belirtti.
Bu sağlık sisteminde yaşlılar, sağlık sorunları olanlar, kronik hastalığı olanlar, sakatlar ve yoksulların sigorta kapsamına alınmadığına işaret eden Terzi, ABD ve Şili’de devlet aracılığıyla bu kesimlerin sigortalanması şart koşulduğunda sigorta şirketlerinin piyasadan çekildiklerini aktardı. Terzi, sigorta şirketlerinin müşterilerin primlerini hesaplamak için genetik teste tabi tutulmaları için girişimlerde bulunduklarını dile getirdi.
Yaşlılar, çocuklar, siyahiler ve Latin Amerika asıllılarda yoksulluk oranının daha hızlı arttığını bildiren Terzi, sigortasızlığın da bu kesimlerde yüksek olduğunun altını çizdi. ABD’de halkın yüzde 15’inin sağlık güvencesi olmadığını vurgulayan Terzi, AKP’nin iddialarının aksine, sadece yüzde 3’lük bir kesimin bireysel sağlık sigortasına sahip olduğunu ifade etti. ABD’de patronlar tarafından ödenen özel sigortadan yararlananların nüfusun yüzde 55’ini oluşturduğunu kaydeden Terzi, patronların da ya dar kapsamlı sigortaları tercih etme ya da hiç sigorta yapmama eğiliminde olduklarını söyledi. ABD’de 45 milyon insanın sigortasız olduğu bilgisini veren Terzi, sigorta şirketlerinin masraflı hastalıkları sigorta kapsamına almamaları dolayısıyla 32 milyon insanın mağdur olduğunu iletti.
‘1970’lerle piyasalaşma başladı’
Nevzat Eren’in “Değişim sancılıdır” sözüne atıfta bulunarak sözlerine başlayan İlker Belek de tıp ortamının para kazanılabilir bir talep büyüklüğüne ulaşmasının, 1970’lerden itibaren sermayenin ilgisini çektiğini bildirdi. Belek, sağlığın piyasalaşması için 1980’lerde ilk adımların atıldığını, 1990’da sosyalizmin dağılmasının ardından hız kazandığını kaydetti. Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün sağlığın piyasalaşması için ilk raporlarının da bu tarihlerde yazıldığına dikkat çeken Belek, GATS ve tahkim anlaşmalarıyla piyasalaşma başladığını aktardı.
Hastanelerin işletmeye dönüştürülmesinin, hastaneler, doktorlar ve sağlık çalışanları arasında rekabete yol açacağına işaret eden Belek, “Kapitalizmi ehlileştirecek mücadelelere girilmedikçe ortaya
TZOB: Çaykur özelleştirilmesin
Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, "Ülkemiz çay üretiminin ve çay üreticilerinin korunması bakımından Çaykur özelleştirilmemelidir, özelleştirilecekse üretici kuruluşlara devredilmelidir" dedi. Bayraktar, yaptığı yazılı açıklamada, çay sektörünün, Türkiye'de ekonomik ve sosyal yönden çok önemli bir yere sahip olduğunu, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaklaşık 200 bin ailenin geçimini çaydan sağladığını belirtti.
VERGİ ARTIRIMI YETERLİ DEĞİL
Çay üretiminin, prim ve gümrük vergileri ile korunmaya çalışıldığını, 2008 yılı itibariyle çayda uygulanan gümrük vergisinin yüzde 29 artırıldığını ifade eden Bayraktar, üretimin korunması bakımından gümrük vergisinin artırılmasının olumlu bir gelişme olmakla birlikte yeterli olmadığını kaydetti.
Bayraktar, Dünya Ticaret Örgütü Tarım Müzakereleri doğrultusunda yüksek gümrük vergilerinde indirimler yapılması durumunda yabancı çayların ülkeye girişinin kolaylaşacağını ve Türkiye'de üretilen çayın yabancı çaylar karşısında rekabetinin zorlaşacağını ifade etti.
Şemsi Bayraktar, 2007-2013 9. Kalkınma Planı'nda, "plan dönemi sonunda özelleştirme işlemleri sonucunda kamunun çay sektöründen tamam çekilmesinin" öngörüldüğünü belirterek, şunları kaydetti:
"Bilindiği üzere Çaykur üreticilerimizin ürettiği çayın pazarlanması ve değerlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Nitekim üretilen çayın yüzde 55'i Çaykur tarafından alınmakta ve pazarlanmaktadır. Son yıllarda Çaykur yeşil çay, poşet çay gibi çeşitlerle ürün yelpazesini genişleterek çay piyasasında daha fazla yer almakta ve kâr eden bir kuruluş olarak varlığını devam ettirmektedir. Ülkemiz çay üretiminin ve çay üreticilerimizin korunması bakımında Çaykur özelleştirilmemelidir, özelleştirilecekse üretici kuruluşlara devredilmelidir."
Bayraktar, kaçak çay girişinin, Türkiye çay sektörünü olumsuz etkilediğini de sözlerine ekledi.
Petrol fiyatları 111 doların üzerinde
Uluslararası alanda petrole olan talebin olağanüstü bir şekilde artması nedeniyle petrol fiyatlarındaki rekor yükseliş sürüyor. ABD piyasalarında bugün petrolün varil başı fiyatı 111,37 dolara kadar yükseldi.
ABD tipi hafif ham petrolün Nisan teslimi fiyatı, bugün 111,80 dolara çıkıp rekor kırdıktan sonra, 111,37 dolar seviyesine düştü. Mayıs teslimi ham petrolün fiyatı ise varili 107,50 dolardan işlem görüyor.
Uzmanlar dolardaki düşüşün de tetiklediği petrol fiyatlarındaki artışın ABD ekonomisi konusundaki endişeler sürdüğü sürece devam edeceği konusunda uyarıyor.
‘Doğal gaz özelleştirmesi Ankaralının zararına’
Tüketici Hakları Derneği (THD) Genel Başkanı Turhan Çakar, EGO’nun doğal gaz biriminin özelleştirilmesinin Ankaralıları zarara uğratacağını bildirdi. Çakar, “Türkiye’yi yönetenler evdeki her şeyi satan kumarcı babaya benziyor” dedi.
Tüketici Hakları Derneği (THD) Genel Başkanı Turhan Çakar, EGO’nun doğal gaz biriminin özelleştirilmesinin Ankaralıları zarara uğratacağını bildirdi. Çakar, “Türkiye’yi yönetenler evdeki her şeyi satan kumarcı babaya benziyor” dedi.
THD Genel Başkanı Turhan Çakar, yaptığı basın toplantısı ile EGO’nun doğal gaz birimi olarak çalışan Başkent Doğalgaz Dağıtım AŞ’nin 14 Mart günü elindeki tüm hisseleri ihaleye açmasının kamu yararına zarar vereceğini belirtti. 5669 sayılı Doğal Gaz Piyasası Yasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa ile doğal gazın özel alana devrinin önünün açıldığını hatırlatan Çakar, Başkent Doğalgaz Dağıtım AŞ’nin de özelleştirmeye hazırlık olarak kurulduğuna dikkat çekti. Özelleştirmeyi cazip hale getirmek için EGO’nun BOTAŞ’a olan 300 milyon dolarlık faiz borcunun silindiğini söyleyen Çakar, tüketicilerden alınacak olan Birim Hizmet ve Amortisman Bedeli’nin, 10 yıllığına 5.555 sent/metreküp olarak belirlenmesinin özel sektöre yapılan bir ayrıcalık olduğunu dile getirdi. Birim Hizmet ve Amortisman Bedeli’nin birçok dağıtım şirketi tarafından 1 sent/metreküp olarak alındığını belirten Çakar, “Ankaralı tüketici metreküp başına 5.625 YKr daha fazla bedel ödeyecek” dedi.
Başkent Doğalgaz Dağıtım AŞ’yi alacak şirketin yılda fazladan 112 milyon YTL kazanacağını kaydeden Çakar, “Tüketicileri zarara sokmaya ne hakkınız var, hiç vicdanınız sızlamayacak mı?” sözleriyle hükümete ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne tepki gösterdi. Eskişehir’deki ESGAZ şirketinin bağlantı bedelinin haksız yere fazladan aldığı kararını veren Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun, EGO’nun benzer şekilde yaptığı tahsilatı görmezden geldiğini bildiren Çakar, Ankara’da yıllarca tüketicilerden bağlantı bedeli olarak 177 ABD doları alındığını hatırlattı. Bu bedellerin halka ödenmesi gerektiğini belirten Çakar, halkı özelleştirmelere dur demeye çağırdı.
Kamu yararı ve sosyal devlet anlayışının olmadığı yerde tüketici haklarından bahsedilemeyeceğini belirten Çakar, Türkiye’deki özelleştirmecileri “kumarbaz babaya” benzetti. Çakar, “Başkent, tüketici haklarının en fazla ihlal edildiği yerlerden biri oldu” dedi. (Ankara/EVRENSEL) |
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|