More Cool Stuff At POQbum.com


BURCU MANDIRACI  
 
  19 Mart Ekonomi Haberleri 15.03.2025 15:39 (UTC)
   
 

Borsadaki yabancı yatırımcılar bu kez yüksekten yerlilere satamadılar

M. Rauf Ateş

Yabancı yatırımcılar uzun süre Türkiye borsasından uzak durdular.

Aralık 1985 tarihinde kurulan, resmen Ocak 1986’da açılan İMKB’de yabancı payı ilk defa 1990 yılında yüzde 1’i geçti ve 1.8’i yakaladı. Ardından istikrarlı ve hızlı bir artış ivmesi gözlendi.

2000 öncesi rekor düzey ise 1999 yılında yaşandı. Dünyadaki ‘yeni ekonomi’ rüzgarı ve borsalardaki yükselişin de etkisiyle, yabancı payı yüzde 53.7 ile ilk rekorunu kırdı.

Ancak, 2000 yılında dünyada başlayan ‘yeni ekonomi’ çöküşü, ardından Türkiye’deki ekonohttp://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=5214767mik kriz nedeniyle yabancılar hisseleri yerlilere satıp çıktılar. Yabancılar satarken, yerliler de ‘yükselecek’ diye hisse aldılar. Böylece 2002 yılına gelindiğinde yabancı payı yüzde 40’a yaklaşırken, yerlilerin payı arttı. Bu arada yabancılar çoktan dolara dönmüşlerdi bile…

Hisse yatırımcısı bunun acısını uzun süre unutmadı. Hatta borsa kriz sırasında 10 binlerin altına inip, oradan 56 binlere çıktığında bile borsaya mesafesini korudu. Elinde hisse olanlar ise 30-40 binli düzeylerden yabancılara satmayı tercih etti. Bu nedenle de son yükselişte yine kaymağı yiyenler yabancılar oldu. Yerliler, hep, ‘yabancıların kendilerine hisseleri çakmasından’ korktu. Zaten 1.3 milyon olan aktif yatırımcı sayısının 900 binlere düşmesi de bunu gösteriyor.

Son yükselişte yerli yatırımcı aynı eğilimi göstermedi, deyim yerindeyse, ‘tuzağa’ düşmedi. Yabancılar, 56 bine taşıdıkları endeksin yüksek değerli hisselerini, bu kez yerlilere satamadılar. Endeksin 56 binlerden 41 bine gerilemesine rağmen, yabancı payının neredeyse aynı kalması da bunu gösteriyor.

Rakamlara bakın… Ekim 2007’de yüzde 72,3 düzeyine çıkan yabancı payı, Mart ayında yüzde 71.2 düzeyine gerilemiş. Sadece yüzde 1’lik fark oluşmuş. Satışların bir bölümü, geleceğe yatırım yapan yeni yabancılar tarafından karşılanmış. Bir bölümü de yerliler tarafından… Bunun sonucunda son 1 yılda yabancı sayısı 800 adet artmış. Yerli sayısı ise aynı dönemde 30 bin kadar yükselmiş.

Yerlilerin bu kez tuzağa düşmemeleri etkileyici… Ancak, şimdiye kadar yerliler yüksekten, yabancılar düşükten aldılar. Bence bu kez iyi düzeylere gelince, yerlilerin de fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Hep kaymağı yabancılar yemesin…

 

Bazı işletmeler kapanırken, başarılı olanlar neyi farklı yapıyor?

Türkiye’de 2000 yılında 275 bin bakkal vardı. 2007 yılında bu sayı 275 bine kadar geriledi. Bu rakhttp://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=5214765amlar Bakkallar Federasyonu’na ait. Sanayi Bakanlığı’na göre ise Türkiye’de son 5 yılda 79 bin bakkal açılmış, buna karşılık 61 bin adet de kapanmış. Bir yılda açılan bakkal sayısı 15 bine, kapananların sayısı da 12 bine ulaşıyor.   

Mahalle manavı sayısı, bakkal kadar değil. Türkiye’de 100-120 bin civarında manav olduğu tahmin ediliyor. Hiper, süper ve indirim marketleri ile pazarların rekabeti nedeniyle manavların da sayısı azalıyor. Yılda 3 bin civarında manav kapanıyor, 5 bin civarında da yenisi açılıyor.

İçinde bulunduğumuz dönemde şirketler gibi bu tür esnafların ayakta durması da zor. Bir yanda ekonomik sorunlar, diğer yanda da acımasız rekabet var. Örneğin, bizim Anadoluhisarı’nda birkaç semt pazarı, Migros, Carrefour, Tansaş gibi dev perakendeciler ile indirim marketleri var. Böyle bir rekabet ortamında ayakta kalmak kolay değil. Ancak, başaranlar, adeta ‘marka’ olma yolunda ilerleyen esnaflar da var.

Ben Oyakbank’ın ‘İyiler mutlaka kazanır’ sloganına bayılıyorum. Yaptığınız manavlık ya da bakkallık gibi basit görünen bir iş de olsa, ‘iyi olursanız’ mutlaka kazanıyorsunuz. Tıpkı Kavacık’taki Mini Hal gibi… ‘Şirket Doktoru’ adlı sunumumda, konferanslarda da paylaşmıştım. Baba Mehmet Acar’ın kurduğu bu küçük manavı, 5 kardeş, büyük bir iş gibi yönetiyorlar. Kendilerine özel ‘müşteri ilişkileri’ yönetimi var. Asla hiçbir müşterisine ‘kötü ürün’ vermiyorlar. Kazara aldığınızda uyarıp, bıraktırıyorlar. Az miktarda da olsa eve siparişten kaçınmıyorlar. Ciddi bir ‘sadık’ müşteri grupları var üstelik… Herkesin ne istediğini iyi bildiklerinden, kişiye özel pazarlamada hiç sıkıntı çekmiyorlar.

Bunun karşılığını da alıyorlar. Etraf hiper, süper, indirim marketleri ve semt pazarlarıyla sarılıyken, onlar işlerine devam ediyorlar.

Bazen Anadolu ya da KOBİ’lere yaptığım konuşmada, ‘biz küçük şirketiz. Bu öneriler bize fazla’ yakınmalarını duyuyorum. Onlara söylediklerimi sizinle de paylaşmak istiyorum. ‘Bugün dev olan şirketlerin tamamı bir zamanlar küçüktü, KOBİ idi. Onları farklı kılan yanları ise küçük işlerini, büyükmüş gibi yönetmeleriydi.’

 

 

Türk tüketicisinin para taşıma tutkusu azalmıyor

 

Bazen restoranlarda rastlıyorum. Siz de tanık olmuşsunuzdur. Garson hesabı getirip masaya koyuyor. Müşteri elini cebine atıp, bir tomar para çıkarıyor. Geçenlerde böyle bir tabloya şahit oldum. 6 kişilik bir masa idi. Sanıyorum 600-700 YTL düzeyindeki bir hesap, cepten çıkarılan bir tomar para ile ödendi.

Bankalar ile Visa ve MasterCard gibi kuruluşlar uzun süredir uğraşıp duruyorlar. ‘Alışverişinizi kredi kartıyla yapın’, ‘Ödemelerinizi banka kartı ile gerçekleştirin’ uğraşları şimdilik sınırlı ölçüde etkili oluyor. Kayıt dışılık ve nakit tutkusu, Türk vatandaşını cebi şişik dolaşmaya itiyorRakamlar da aslında bu tabloyu doğruluyor. 2007 rakamlarına göre, Türkiye’de banka kartları ile yaratılan hacim 270 milyar YTL düzeyine ulaşıyor. Bunun yaklaşık 130 milyar YTL’si, banka kartları aracılığıyla ATM’lerden çekiliyor. Geri kalan 140 milyar YTL’si de kredi kartlarıyla harcanıyor. Bunun hepsini kredi kartına dönüştürmek zor. Ancak, bankacı ve kredi kartı kuruluşlarının çabaladığı gibi, banka kartları’ nakit yerine daha fazla kullanılabilir. Bu ceplerdeki şişikliği ve kayıt dışılığı da bir ölçüde önleyecektir.



Dünya Bankası: Türkiye genel olarak ileri gidiyor

ANKA

Dünya Bankası’nın internet sitesinde yer alan “Türkiye’de Kalkınmanın Sonuçları” başlıklı çalışmada eğitim, ekonomi, sağlık, doğal alanların korunması alanlarındaki çalışmalar değerlendirildi ve “Ülke genel olarak ileri gitmekte ve sonuçlarını da görmektedir” denildi.

DB çalışmasında, “Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğine rağmen ülkede çok az sayıda bakir alan kalmıştır. Temel sorun tüm ilgili yerel toplulukların kendi yönetimlerindeki arta kalan doğal alanların korunmasıdır” ifadesi yer aldı.

Dünya Bankası’nın uluslar arası internet sitesinde Çince, İspanyolca, Fransızca ve Türkçe olarak yayınlanan “Türkiye’de Kalkınmanın Sonuçları” başlıklı çalışmada ortaöğretime giden Türk kızlarının sayısının 2005-2006 yılları arasında, 2001-2002’deki yüzde 42 düzeyinden, yüzde 9’luk bir artışla, yüzde 51’e çıktığı belirtildi.

Marmara depreminden sonra evsiz kalan deprem kurbanlarının yararına 34 bin apartman inşa edildiği ifade edilen çalışmada, “Bunlar Türkiye’nin yoksulluk oranını azaltma, sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmede ve ülkenin makroekonomik desteğini güçlendirme yolunda ne kadar büyük adımlar attığının birkaç örneğidir. Dünya Bankası bu kalkınma başarılarına öneri ve kaynak sağlayarak katkıda bulunmuş ve diğer ülkelerde benzer projeleri yürütürken edindiği bilgiyi paylaşarak yardımcı olmuştur” denildi.

EKONOMİ?

Çalışmada Türkiye’nin ekonomik durumu anlatılırken, yoksulluk oranını 2002’deki yüzde 27’den 2006’daki yüzde 18’e düşürdüğü bu alanda başarı sağladığı belirtildi. Bu rakamların nüfusun büyük bir bölümü tarafından daha iyi sağlık ve eğitim hizmetleri ve gelecek kuşaklar için daha iyi bir hayat beklentisini içeren sürdürülebilir kalkınmanın yararlarını gösterdiği belirtilen çalışmada, “Hükümetin agresif reform çabalar ülkenin makroekonomik durumunda tutarlı bir iyileşme sağlamıştır. 2001’den bu yana Türkiye’nin genel ekonomik durumunda son yıllarda yüzde 7’nin üzerinde GSYİH büyümesi, enflasyonun yüzde 55’ten tarihi bir şekilde yüzde 7.7’ye düşmesi gibi sürekli bir ilerleme görülmüştür.

Çalışmada, bir ticaret işine başlamak için gerekli olan sürenin 2003 yılındaki 38 günden, 2006’da 9 güne düştüğü de belirtildi.

SAĞLIK?

Sağlık alanındaki gelişmeler anlatılırken Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan verilere göre, Türkiye’nin, 1998 yılında her bin canlı doğumda 43 olan bebek ölümü sayısını 2005’te her 24’e düşürdüğü ve önemli bir ilerleme sağladığı belirtildi. Yaşam beklentisinin şu anda 72 yıl olduğu, bu sonuçların sağlık sektöründeki bir dizi girişim ve halen sürmekte olan temel reform çabalarından ileri geldiği belirtildi.

Sağlık Dönüşüm Projesi ve Programa Dayalı Kamu Sektörü Kalkınma Politikası Programı altında Hükümetin, Evrensel Sağlık Sigortasına giriş dahil sağlık sektörünün kapsamlı reformuna yönelik çok önemli adımlar attığı kaydedildi, amacın herhangi bir sağlık sigortası kapsamında olmayan 10 milyon kişi dahil tüm Türk vatandaşlarını kapsayan bir sağlık sigortası olduğu ifade edildi.

Önceki sistemin, bazı hastanelerin sadece belirli gruplar tarafından kullanılması ve hasta bakım koşullarında son derece eşitsizlik olması gibi nedenlerden dolayı fazlasıyla bölünmüş bir sistem olduğu anlatıldı. Hükümetin kapsamlı reform programının ayrıca birinci kademe (temel) sağlık hizmetlerinin sağlanması için aile hekimliğinin başlatılması ve hastalarına sağlık hizmetleri verirken verimliliklerinin ve etkililiklerinin artması için devlet hastanelerine daha fazla özerklik ve sorumluluk verilmesi gibi girişimleri içerdiği belirtildi.

ÜLKEDE ÇOK AZ BAKİR DOĞA ALANI KALDI?

Çalışmanın “Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimini Destekleme” bölümünde ise şöyle denildi:

“-Türkiye, bölgede biyolojik açıdan en çok çeşide sahip ülkelerden biridir. Örneğin, Türkiye’nin 10.000 bitki türünün yaklaşık 1.200 tanesi bu ülkeye özgüdür ve bunlar sadece Türkiye’de bulunur. Buna ilaveten, Türkiye’de kuşların yuvalanması için doğal ortamlar sağlayan bol miktarda sulak alan ve mevsimlik göçleri süresince Afrika ve Avrupa arasında uçarken geçen çok sayıda kuş için besin kaynağı olan 100’ün üzerinde Önemli Kuş Alanı belirlenmiştir. Ancak Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğine rağmen ülkede çok az sayıda bakir alan kalmıştır. Temel sorun tüm ilgili yerel toplulukların kendi yönetimlerindeki arta kalan doğal alanların korunmasıdır. Biyolojik çeşitlilik ve Doğal Kaynakları Yönetme Projesi vasıtasıyla Hükümet, topluluklarla öncelikli dört doğal koruma alanının geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesinde beraber çalışmış ve bu alanlardan öğrenilenler ülke genelindeki diğer dokuz projeye eklenmiştir.”

Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesi (ASHRP) çerçevesinde daha fazla bozulma, erozyon ve kirlilik olmaması açısından bozulan alanların korunması için topluma dayalı mikro - havza planları hazırlandığı belirtilen çalışmada bunların ve halen 76 köyde uygulandığı kaydedildi. Projeden toplam 120 köyün yararlanacağı ifade edildi.

“ÜLKE GENEL OLARAK İLERİ GİTMEKTEDİR”

Dünya Bankası çalışmasında, “Türkiye, kadastro sisteminin ve tapu sicil sistemlerinin modernleştirilmesi, enerji sektörünün verimliliğinin arttırılması ve büyümeleri için gereken sermayeye ulaşım amacı ile gelişmekte olan işletmelere yardım edilmesi de dâhil olmak üzere bir dizi sektördeki kalkınmasında, ilerleme kaydetmiştir. Ülke genel olarak ileri gitmekte ve sonuçlarını da görmektedir” denildi.

 

 

Ekonomi alarm veriyor: Soğukkanlı bakan yok!

Cüneyt ÜLSEVER

TÜRKİYE’nin büyük sorunu; kriz anlarında ülkenin durumuna soğukkanlı bakan insanlarının sayısının çok az olmasıdır. Onların sesini de kimse duymak istemiyor. Alaturkalık budur!

Türk insanını galiba tek bir fiil belirliyor: "Taraf olmak!"

Türk insanı yargıya da, yürütmeye de, yasamaya da taraf tutarak bakıyor.

Her türlü edimde siyasi bir neden arıyor.

Hükümet yalakası yazarlar Yargıtay Başsavcısı’nın siyasi davrandığını düşünüyorlar, yakın tarihten örnek ararsak; onları doğrulayacak çok örnek var.

Azılı hükümet düşmanları ise iddianameyi mahkemenin verdiği son hüküm olarak çoktan kabul ettiler, mahkumiyetin başlamasını bekliyorlar. Onlar da AKP’den şikáyet ederken çok doğru örnekler buluyorlar.

Yalakalar utanmadan, sıkılmadan dünya ekonomik krizini neredeyse tamamen Başsavcı’nın sırtına yıktılar, durumu idare etmek isteyenler de pazartesi günü ekonomiyi vuran faktörler arasında neredeyse kapatma iddianamesinin hiç rolü olmadığını savunuyorlar.

* * *

Keşke birileri Financial Times’ın Türkiye ile ilgili şu yorumuna kulak verse:

"Bir yıl sürebilecek hukuki mücadele, karar verme mekanizmasını felce uğratabilir ve (zaten) duraksayan ekonomiyi ve yapısal reform sürecini dondurabilir."

Ülkede her şart altında soğukkanlı kalmayı beceren nadir entelektüellerden Osman Ulagay da "Dün önemli bir uluslararası finans kuruluşunun Londra’daki bir yetkilisiyle konuşuyorum. AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davanın Türkiye’ye yatırım yapanlar için bardağı taşıran damla olduğunu söylüyor. ’Türkiye patladı, bazı çok büyük fonlar dahil, herkes Türkiye’den çıkmak istiyor, yüz milyonlarca dolarlık satış talebi var önümde’ diyor. Türkiye’nin yakın geleceğini hiç de iyi görmüyor," diye yazıyor. (Milliyet-18.03.08)

Şimdi elimizde sonucu ülkeyi altüst edecek bir devasa dava ve yukarıda alıntılarla tarif etmeye çalıştığım ekonomik bir gerçek var.

Birilerinin bu iki olguyu bir arada yönetmesi gerekir.

Şu anda ülkenin verdiği resim bu iki acı gerçeği birlikte yönetecek iradenin olmadığıdır.

Hükümet yalakası gazeteler tümünü Başsavcı’nın sırtına yıktıkları zararı aynı gün biri 18 milyar $, diğeri 33 milyar $ olarak ilan ederek kendi aralarında yarışa giriyorlar ama galiba kimse olası yıkıntının altında yalakası, statükocusu, işadamı, işçisi, köylüsü hep beraber kalacağımızı göremiyorlar.

Anne-baba kavga ederken evi basan selde çocuklar boğulacak ama ne anne ne baba su baskınını durdurmak derdinde değil, ikisi de "Çocuklar senin yüzünden suya kapıldılar!" diyerek birbirlerini suçlamaya hazırlanıyorlar.

* * *

Hükümetin ekonomi bakanları ve ekonomi ile ilgili yöneticileri zaten güven vermiyorlar. Dünyada gittikçe büyüyen kriz dalgası karşısında onlar çaresiz ve strateji yoksunu duruyorlar. Şimdi de bu dava zaten topun ağzında olan ülkemize yeni ve özel bir boyut kazandırıyor. Ama oralı olan yok.

Bu ortamda en fazla soğukkanlı davranması gereken kişi, kendi bizzat topun ağzında olsa da, Başbakan! Ama o kavgaya tutuşmuş delikanlı edasında yaşadığı mağduriyetten nemalanma gayreti içinde. Cumhurbaşkanı da hemen kendisini taraf olarak ortaya attı ve vahim olaylara siyaset üstü bakmayı beceremedi.

* * *

Dilerim, bir ağabey çıkar ve hükümete her şeye rağmen kendisinin dümende bulunduğunu ve hem siyasi hem de ekonomik kriz yönetiminin en önemli iki unsurunun soğukkanlı durmak ve hazırlık yapmak olduğunu hatırlatır.




 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  DÖVİZ KURLARI

 

 

  MÜZİK ÇALAR
  HAVA DURUMU
  İL İL TÜRKİYE TANITIMI
Bugün 235 ziyaretçi (355 klik) kişi burdaydı!
website counter Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol